Geçtiğimiz aylarda yapmış olduğum “Barış Gemisi” ile Afrika’yı da kapsayan bu gezide çok fazla not aldım. Ancak bunları blog olarak yazmak istemedim, kendime saklama kararı almıştım. Ancak bugün mail adresime düşen bir mail tüm bu fikrimi değiştirmeme sebep oldu ve küçük bir anekdotu yazmak istedim.
Aylar önce çıktığım Gemi seyahatinde son durak Afrika’da Tunus’tu. Tunus’un Tunis şehrinde bir adam ile öyle aptalca Tunis sokaklarında gezerken karşılaşmıştım. Akşam vaktiydi. Hatta geceydi. Bilmediğim bir ülkede, hatta ilk kez gittiğim ülkede grubumdan ayrılmış, her zamanki gibi tek takılmanın vereceği o eşşiz özgürlük hissi ile ülkemden 5000 KM’den fazla uzaklıkta tek başımaydım. Birde o aralar Tunus acayip karışık. Muhalif saldırılar almış başını gitmiş. Neyse bu bahsettiğim adam, boynumdaki pasaportu görerek önüme geçtiğinin farkına vardım. Turkeyyyy! dedi. Korktum. Aslında pasaportu boynuma asmamın ayrı bir sebebi vardı. Pasaportum suya düşmüştü her neyse… O çok ayrı bir hikaye. 🙂 Başladı aksanlı bir İngilizce ile konuşmaya. Fransızca bilip bilmediğimi sordu. Hayır dedim. İngilizce başladık muhabbete. (Bende de İngilizce mükemmel değil tabi) Adam Tunis El Manar Üniversitesinde üniversitede hocaymış. Ne hocası olduğunu sormamıştım. Kendisi Türkçe öğrendiğini ve kurstan geldiğinden bahsetti. Hemen çıkardı çantasından Türkçe kitaplarını, bana gözleri parlayarak Türkiye’den bahsediyordu. O kadar garip duygular sarmıştı ki beni. Kilometrelerce öteden bir adam karşıma çıkıp bana Türkçe kitaplarından bahsediyordu ve bu adam tahminim 55-60 yaşlarındaydı. Osmanlı’dan konuştuk kısaca. İstanbul’dan. Hatta biraz Galatasaray’dan. Tabiki hemen dedim ki ben Eskişehirsporluyum. Bilirmisin Eskişehir’i? Tabi ki bildiğini ama sadece duyduğunu söyledi. (Beni kırmamak içindi sanırım) Bir kez İstanbul’a gitmiş. hayran kalmış. Öyle bir hal almıştım ki bana birşeyler anlatıyor ama ben duymuyordum. Çünkü okadar çok mutlu olmuştum ki binlerce kilometre öte böyle birşeyle karşılaşmaktan. Hatta Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsedip, Atatürk ile sonlandırmıştık kısacık 10 dk lık konuşmamızı. Bana oturmayı ve biraz konuşmayı teklif etmişti ama sadece 2 saatim vardı gemiye dönmem için. İşimin olduğunu söyleyerek kartivizitini alabileceğimi ve ona kartvizit verebileceğimi söyledim umutsuzca ama samimi bir halde. İstanbul’a gelirse görüşebileceğimizi söyledim yine umutsuzca.
Az önce bir mail düştü kutuma. Ve inanın ekranda gördüğüm karşısında kendimi ağlamamak için zor tutmuştum. Kötü bir Ceza final sınavım sonrasında böyle birşey beni okadar mutlu etti ki, mutluluktan gözlerim yaşardı.. Mutluluğumun sebebi basitti;
Bahsettiğim hoca, bana aylar sonra bir mail atmıştı. Bu mailde yazdıkları tamamen Türkçe’ydi. Ve unutmamıştı muhabbetimizi. Türkçe öğrenmişti! Yaza doğru İstanbul’a gelme durumu olduğunu söyledi. Belkide İstanbul’da görüşebileceğimizi, hatta önümüzdeki sene Tunus’ta bir sempozyum planladıklarını gelebilme durumuna göre onada davet etmek istediğini iletti. Bunların hepsinin dışında o Türkçe öğrenmesi beni ülkem adına okadar çok gururlandırmıştı ki. Tekrar ülkem ve milletim bana; belkide aptalca ve kimine göre çok duygusal bir tutum olsada böyle bir duyguyu yaşatmıştı. Gurur duymuştum!
Bu ülkenin kocaman bir ülke olduğunu ve tüm etnik kimliğiyle birlikte dahada büyüyeceğini tekrar anladım. Tek problemimiz empati yapmamak!
Onur Reha YILDIRIM
İstanbul / 13.01.2014 / 23.40
Yorumlar
Anılar…. İnsanları alır götürür uzaklara.
Tesadüfler… İnsan tesadüflerle mutlu olur, umutlanır. Belki de karşılaşmanız gerekiyordu ve karşılaştınız. Okurken yaşamış gibi oldum olayları, gerçekten çok hoş bir rastlantı olmuş sizin tanışmanız. Eminim ki daha iyi olaylara vesile olacaktır 🙂
O coğrafyalarda Türkiye’ ye karşı inanılmaz bir sempati hep vardı.ok güzel gelişmeler bunlar. Mum ateşini paylaşmakla gücünden hiçbirşey kaybetmez. Bizi de yazılarınızla daha çok aydınlatırsanız seviniriz.